Sanat mı, Zanaat mı?

Bahçe ve İnsan

Bahçeler tarih boyunca, insanlar için mutluluğun merkezi olarak görülmüş, tasvir edilmiş. Bir elma ağacı ile başlayan serüvenimiz; bugün benzer minvalde devam ediyor. Milyonlarca yıldır değişmeyen çok az şey kaldı ve bunlardan biri de bahçe ile insanın ilişkisi oldu. Bahçe, her iklimde farklı görünüme sahip olsa da, temelinde insanın doğaya en yakın olduğu mekân olarak önemini korudu. Çünkü insan, kendi fıtratına en yakın olduğu anları, bahçede yaşadı.

Bahçe ile aslında ‘kendine’ yakınlaştı. Özellikle belli bir yaşanmışlık sonunda insanlar, kendilerini, bahçelerinde daha iyi hissettiğini gördü. Bugün hepimizin izlediği gibi belli bir yaşın üzerindeki kişilerin bahçe sahibi olma arzusu daha yüksek seviyede hissediliyor. İnsanın tanımı kavramsal olarak evrenseldir. Bu nedenle insan, hem tarih boyunca, hem de yeryüzünün her yerinde bahçeye karşı aynı duyguları hissetti. Hisler aynıdır, ancak bahçelerin kurgusu farklılık gösterir. Bu farklılıkların sebepleri, iklim ve imkânlarla açıklanabilir. Bahçelerin kullanım kurgusunu etkileyen en önemli etken aslında yine kullanıcısı olan insandır. Japon bahçelerinde genel kurgu kullanıcısının hislerini yansıtır. Barok dönemi bahçeleri, dönemin baskın duygularının insanları nasıl etkilediğini ve bu etkiyle bahçelerin nasıl tasarlandığını açıklar. Dünyanın doğusunda da batısında da farklı hisler, farklı kurgular; farklı bahçeleri meydana getirir. Tümünün ortak noktası yine insan ve insanın kendini mutlu hissedeceği bir mekân arayışıdır. Peki, bahçelerin niteliğini, kalitesini etkileyen somut ölçütler nelerdir? Bir bahçenin beğenilmesinin sebebi nedir? Bir bahçe ne zaman sanatsal değere sahip olur; “SANAT” olur?

Bahçeye Bakış Açısı

Her insan bahçeye farklı bir anlam yükler. Bunu, insanların mutlu olma şekillerinin farklılığına bağlayabiliriz. Çünkü bireyin yaşam alışkanlıklarına bağlı olarak ve çoğu zaman da hissettiği duyguya göre mutluluğa geçişi farklılık gösterir. Buradan bakıldığında bahçelerin işlevleri, kullanıcının mutlu olabileceği unsurlarla, tasarımcı tarafından zenginleştirilir. Tüm kullanımların hedefi, aslında insanların mutlu olmasıdır. Peyzaj mimarlığı mesleği ise bu mutluluğu sağlarken doğa ile ilişkileri de dengeler. Bu fikirlerle bahçeler tasarlanır. Bakış açıları, bahçe stilleri bu şekilde ortaya çıkar.

Fikirden forma kadar olan süreçte birçok değişken ile birlikte hedeflenen bahçelerin farklılaştığı da görülür. Fakat amaç değişmez. Sonuç ürünün beğenilme oranı, kullanıcıları ve izleyenleri duygusal açıdan etkileme düzeyi sanatsal değerini de ortaya koyar. Bahçenin sanata dönüşümünden bu noktada bahsedilebilir. Çünkü sanat; bir duygunun, tasarımın, dışa vurumunda, anlatımında kullanılan yöntemlerin tümüdür ve beğenildiği sürece değerlidir.

Zanaattan sanata giden bu süreçte beğenilme düzeyi ölçüt olarak kabul edildiğinde, tasarım öğelerinin, tasarım ilkeleri ile doğru kombinasyonlarının yakalandığı bahçeler öne çıkar. Bu bahçelerin sanatsal değeri vardır ve bu değer onların ömrünü de etkiler. Sanat eseri niteliğini taşıyan bahçeler, beğenildiği için sahiplenilir ve yıllar içerisinde kullanıcısı tarafından değeri olduğu için de korunur. Sanatsal değeri olan bahçeleri bu şekilde tanımlayabiliriz. Bir sanat eseri varsa sanatkârı da vardır. Sanatkârıyla, ismiyle, tarihiyle, kendine has özellikleriyle kitleler tarafından bilinen, beğenilen, anlatılan bahçelerin ülkemizde yıllar içerisinde arttığını söyleyebilir miyiz? Hangilerini örnek gösterebiliriz? Peki, çok daha fazlasına sahip olan ülkelerin, bölgelerin Türkiye’den farkı ne olabilir? Sanatkârıyla, ismiyle, tarihiyle bilinen, beğenilen, anlatılan sanat eseri niteliğinde bahçeler Türkiye’de de artabilir mi?

 

Türkiye’de ve Dünyada Bahçelere Bakış

Japonya’da estetik kaygılarla beraber, felsefi fikirlere önem verilir ve sonunda doğala yakın bahçeler tasarlanır. Tasarımcısına, bahçenin sahibine ve taşıdığı felsefeye oldukça büyük bir değer yüklenir. Bu değer, onu sanat eseri olma yolunda kıymetlendirir.

Çin’de imparatorluk ailesi üyeleri için inşa edilmiş eski geniş bahçeler, akademisyenler, şairler, askerler ve tüccarlar tarafından, yine temel hedef olarak mutlu olmak için kullanılırmış. İnsan ve doğa arasında olması gereken uyumu ifade eden minyatür görünümlere sahip bu bahçelerde; tasarımcısından, kullanıcısına kadar herkes bir değer üzerine mekanı sahiplenir ve kıymetlendirir.

İran bahçeleri ile temsil edilen bahçe üslubu, Hindistan'dan İspanya’ya kadar uzanan cennet bahçelerinin tasvirini ve bu içerikteki bahçe felsefesini anlatır. Hümayunun Mezarı, Tac Mahal, Hindistan'daki Babür İmparatorluğu döneminden kalan dünyanın en büyük Pers bahçeleri önemli sanat eserleri olarak değerlendirilir.

Bu taramada Mısır bahçeleri ve Yunan bahçeleri gibi geçmişten günümüze uzanan tarihi olan, ortak özelliği olan karakteristiği olan tarzlardan da bahsetmek mümkündür. İtalyan bahçeleri ise İngiliz ve Fransız bahçelerini etkilediği için öne çıkarılabilir. Biçimsel olarak simetri, geometri ve doğa üzerinde bir baskı oluşturan bir sitile sahip olan bu bahçelerin de yine kendine has bir karakteri vardır. Sanatkârları bahçelere ismini vermiş ve kıymetlendirilmiştir.

Fransız bahçeleri, dillere destan romantik manzaraları ile Hubert Robert, Claude Lorrain ve Nicolas Poussin gibi ünlü ressamlardan ilham alan bahçe tarzıdır. Sanatçısıyla, kullanıcısıyla, bahçe turizmi ve bahçe rehberleriyle sanatsal niteliği ön plana çıkarılan ve değeri en üst noktaya taşımayı hedefleyen bir anlayışla sahiplenilmiştir.

Bu taramada, son kısımda İngiliz bahçeleri yer alıyor. Bin sekizyüzlü yılların başında İngiltere'de ortaya çıkan bu tarz, sonrasında Avrupa geneline yayıldı. Bu yayılma 17. yüzyılın, daha formal ve simetrik olan jardin à la française'sinin yerini alarak Avrupa'nın başlıca bahçecilik tarzı haline geldi. William Kent'in yarattığı ve öncülüğünü yaptığı "informal" bahçe stili, daha formal bahçeye karşı bir isyan olarak ortaya çıktı ve bu da yine Claude Lorrain ve Nicolas Poussin'in manzara resimlerinden ilham aldı. İngiliz bahçesi genellikle bir gölet çevresine yerleştirilmiş ağaçların altında çim alanlar ve pastoral bir manzarayı yeniden yaratmak için tasarlanmış gotik kalıntılar, köprülerin ve diğer pitoresk mimarinin kombinasyonlarını içeriyordu. 19. yüzyılda dünya çapında ortaya çıkan halka açık park ve bahçelerin biçimi üzerinde de büyük bir etkiye sahipti. Bu bahçeler bazen tasarımcısının, bazen de sahibinin ismiyle parklara dönüşmüş durumda halen kullanılıyor. Özel mülk niteliğindeki bahçeler ise bir müze gibi belirli saatlerde ziyaretçilere açılıyor.

Tüm bu bilgilere göre bir bahçenin sanatsal değerini; o bahçenin hikâyesi, tarihi, felsefesi belirliyor. Her bir üslubun kendine has özelliklere sahip olması ve sanatkârının insanlara erişmek istediği yol bu değeri belirliyor. Kullanıcıları mutlu etme yöntemi, o bahçedeki fonksiyonları ve alan kullanımlarını çeşitlendirirken stiliyle alanın değerini de artırıyor. Bu bakış açısıyla tasarlanan, felsefi derinlikte kurulan bahçeler hakkında insanlar beğenilerini ifade ediyor, onları sahipleniyor, koruyor ve geleceğe taşıyor. Böylece bir üslup oluşuyor ve dünyanın başka yerlerinde taklitleri, esinlenmeleri, imitasyonları, benzerleri yapılmaya çalışılıyor.

Türkiye’de de her geçen yıl nitelikli bahçelerin yapıldığını söyleyebiliriz. Ancak bu bahçelerin hikâyesi, felsefesi, kendine has özellikleri; insanları ne düzeyde etkiliyor? Kullanıcılar bu bahçeleri sahipleniyor mu, yoksa sadece kullanıyorlar mı? Türkiye’de tasarımcısı ile anılan ve başka bir coğrafyadaki örneğe benzemeyen bahçeleri sıralamak mümkün müdür?

Bu soruların cevapları bizi bahçe zanaatından, insanların duygularını harekete geçiren sanatsal değeri olan mekânlara götürecektir. Bu yolculuk tüm paydaşlarını dünya peyzaj literatüründe “Türk Bahçeleri” stilinin de tanımlandığı ve tanındığı günlere taşıyacaktır. İlgili tüm sektörleri de sanatsal değeri olan bahçelerde çok daha nitelikli materyal üretmeye teşvik edecektir.


Paylaş: