20 Eylül 2023 Çarşamba
Üzerinde bulunduğumuz topraklar tarih boyunca sayısız deprem felaketine tanıklık etmiş, yıkılmış onarılmış, can kayıpları vermiş ve her defasında yeni bir ruhla yerleşim yerleri yaratılmış, farklı kültürler sahnede yerini almıştır. Bundan 1908 yıl önce Roma tarihçisi Cassius Dio Antakya'da meydana bir depremde şu ifadeleri kullanmıştır "Önce birdenbire büyük bir kükreme duyuldu, bunu muazzam bir sarsıntı takip etti. Tüm dünya yükseldi ve binalar havaya sıçradı; bazıları yıkılmak ve parçalanmak üzere yerinden oynadı, diğerleri denizin kabarmasıyla savruldu ve devrildi"1. Benzer şekilde tarihi belgeler incelendiğinde son on bin sene içerisinde ellişer yıllık periyotları mercek altına alırsak başta deprem olmak üzere büyük yıkımlara tanıklık ettiğimizi söylemek abartı sayılmayacaktır. Günümüze değin bunun bir bilinç aktarımıyla ders çıkarılmış hadiseler yığını olduğunu söylemek, 6 Şubat felaketi karşısında yersiz bir yaklaşım olacaktır. Bundan sonrası için ne tür adımlar atılması gerektiği hususunda şehir tarihi, mimarisi, kültürel alt yapı oluşumlarının her biri çok iyi irdelenmelidir. Mevcut örnekler ile mukayesesi yapılmalı fikir alışverişleri gerçekleştirilmelidir. Nereden ve nasıl başlanmalıdır? Salt güvenlik merkezinden, yani depremden zarar görmeyecek evler yapmak toplumun tek ve birinci önceliği demek şehir ve kültür tarihi için haksızlık sayılacağı düşünülebilir. Bu noktada Asfaleia terimi (Ἀσφάλεια), antik Yunan'da güvenlik ve emniyetle ilgili en önemli kavramlardan biriydi, bunun politik ve siyasi anlamı da vardı, her şeye rağmen hayatta kalma ve tutunma. Politik yaklaşımlar Asfaleia'yı en kısa sürede yerleşim merkezleri kurma sözü vererek kurtarıcı rolü üstlenmesi ise tarihsel bir yanılgı olduğu felaketlerin ortalama her 50 yılında doğa tarafından hatırlatılmaktadır. Şehir mimarisi denilmeyecek kadar kötü ardışık yapılar, kaldırımda biten bina girişleri vs. şehre ruhunu yansıtacak ögelerden yoksun çirkin oluşumların hepsi düşünüldüğünde ortaya çıkan tablo ekonomik şartların zorladığı ucuz malzeme tedariki, eski alışkanlıklar, yapıların meydana getiren insan tercihindeki nitelik sorunu, kamu kurum kuruluşların kendi kaotik düzeni ve bunu aşmaya çalışan kurnaz müteahhitlerde birleşmektedir. Bunun sonucunda on binlerce yıkılan bina ve can kayıpları insanlarda hatıra adına bir şey bırakmamıştır. İnsanı ayakta tutan "umut"'un ciddi yaralar alan deprem tanıklarında, onarılması zor tahribatlar iz etmiştir. Bu kaybolan ruhların yeniden yaratılması, yeni bedenlere kavuşması başlı başına Asfaleia üzerine kurgusal bir yapı dikmek değil, aksine buna eklemlenecek umut yeşertici alanlar ile mümkün olacaktır. Bir başka deyişle yaşam arzusu yeniden keşfetmeyle, yeniden bir bakışla çevreye olan merak duygusu ve belki de biraz şaşkınlık ile ortamdan haz almayı konu edinen bir mimari heyecan nakşedilmesi zorunludur. Bu bağlamda şehir mimarisinin ve altyapısının estetik zenginliğinin kurulmasında bitkilerin kullanılması, göz alıcı şenliklerle feraha kavuşturması, deprem bölgesinde belki de hiç olmadığından çok daha fazla yeşil tonlarının binaların, yolların parkların çehresini sarması, enkaz tozunun yarattığı travmadan bir nebze olsun hafifletebilecektir.
Dünyada toz ve topraktan ibaret bölgelerde sayısız yabani alan, yapay olarak yaşam yerlerine dönüştürülmesinde yeşil estetik bir hayli öne çıktığı görülmüştür. Bu kent estetiğinin göz alıcı örneklerine Amerika Birleşik Devletleri'nde 19. yy. sonları 20. yy. başlarında karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada Daniel Burnham'ı (1846-1912) anmakta yarar vardır. Burnham'ın bitkiler açısından kentsel tasarıma yaptığı en önemli katkılardan biri, 1893 yılında Chicago Dünya Fuarı için tasarladığı alan hatırlatılabilir. Kendisi neoklasik tarzda büyük bir park tasarlamış ve bu 200 dönümden fazla yeşil alan ve su özellikleriyle dolu olan "Beyaz Şehir" olarak adlandırmıştı. Fuar, şehrin güzelliğini sergilemek ve kentsel çevrelere yeşil alanları dahil etmenin önemini vurgulamak için lüks bahçeler, çeşmeler ve çiçek sergileri ile süslenmişti. Benzer şekilde Avrupa'nın sayısız ülkesinde merkezi yeşil park alanları, botanik parkları, yapay park ormanları, sayısız çeşitli bitki örneklerinin sergilendiği yürüyüş parkları ve göletler toz ve toprağın hatırasına da hürmetle, insanın doğa ile mücadelesinde modern yaşam siluetleri oluşturulmuştur. Üstelik iki yıkıcı büyük savaş ardından, bu yapılar Avrupa'nın pek çok farklı ülkesinde adeta birbiriyle yarışan şehir estetiğinin tabiri caizse bulaşıcı etkisinin birer tezahürü olmuştur.
Doğal felaket sonrasında şehir mimarisine yeşil bitkilerin eklenmesi, bazı açılardan faydalar sunabilir. Kısaca özetlemek gerekirse;
Toprak erozyonunu ve toprak kaymalarını azaltma: Bitki kökleri, toprağı sabitleyerek toprak kaymalarını ve erozyonu önlemeye yardımcı olur. Ayrıca yağmur suyu akışını azaltarak sel ve diğer suyla ilgili sorunların azaltılmasına yardımcı olabilir. Özellikle depremden etkilenen bölgelerde zeminin yapısının istikrarsız olabileceğini de akla getirebiliriz.
Hava kalitesini iyileştirme: Bitkiler karbondioksit emer ve oksijen salar, bu da hava kalitesini iyileştirerek depremlerin ardından kirlilik seviyelerini azaltmaya yardımcı olabilir. Phytoremediation4 olarak bilinen yaklaşım özellikle otoyol kenarları, fabrika bölgeleri vs toksik maddelerin salındığı bölgelerde dikkat çekicidir. Bitki hücrelerinde vakuol olarak isimlendirilen organellerin söz konusu maddelerin depolanması ve zararsız kimyasal formlara dönüştürülmesinde bir hayli ilgi çekicidir. Yeşil altyapı kurulumunda dikkate alınmalıdır.
Gölgelik ve serinleme sağlama: Ağaçlar ve diğer bitkiler gölge ve serinleme sağlayarak, depremlerin etkilediği bölgelerde yüksek sıcaklıklardan rahatlama sağlayabilirler. Bu durumda daha geniş kaldırımlar ve burada yeşerecek dış mekân süs bitkileri görsel estetiği de arttıracaktır.
Biyoçeşitliliği artırma: Şehirde yeşil bitkilerin kullanımı, yapay doğal yaşam alanları oluşturarak yaban hayatı için habitatlar sağlamaktadır; bu da biyo-çeşitliliği nispeten arttıracaktır2,3. Güvenli konut yapma projeleri uzun vadeli olarak bu alanların oluşturulmasına olanak verecek şekilde ilerletilmesi gerekmektedir. Böylece bir kuşak sonrasında yepyeni bir şehir ruhu oluşmuş ve şehrin dokusu estetik değerini kazanmış olacaktır.
Yeşil alanlara ve doğaya maruz kalmak, zihinsel sağlık ve refah üzerinde olumlu bir etkiye yaratacaktır. Böylece deprem gibi travmatik bir olayın ardından bitkilerin iyileştirici gücü (phytoremediation) psikolojik olarak sağaltıcı etkisini de gösterecektir. Bu bağlamda aşağıdaki adımlar, şehir restorasyonu için bitki kullanımına dair bir yol haritası sunabilir.
Alan analizi yapılması: Herhangi bir tasarım veya planlama çalışmasına başlamadan önce, toprak tipi, topoğrafya ve iklim gibi çevresel koşulları anlamak için bir alan analizi yapmak önemlidir. Bu bilgi, hangi bitki türlerinin alanda başarılı olacağını belirlemeye yardımcı olacaktır.
Bitki yerleşim kurgusu: Kentsel alanları tasarlarken, parklar, yeşil çatılar ve kentsel bahçeler gibi yeşil alanların dahil edilmesine öncelik verilebilir. Bitkileri bina cephesine, balkonlara ve diğer kentsel yapıların içine entegre edilmelidir. Uygun bitki türlerini seçimi, yerel iklim ve toprak koşullarına uygun olanların seçilmesi önerilir. Bitki seçerken su, güneş ışığı ve kirlilik seviyesi gibi faktörleri göz önünde bulundurulmalıdır. Bu süreç evlerin ve binaların iç mekan kurgusunu da değiştirecek ve yeşil yapraklı iç mekan bitkilerin popülerliğini daha da arttıracaktır.
Bakım planı: Bitkilerin ve yeşil alanların uzun vadeli yaşamını sağlamak için düzenli bakım planlamalıdır. Sulama sistemlerinin kurulması, bitki büyüme ve gelişmeyi takiben gübreleme, budama ve ölü veya hastalıklı bitkilerin çıkarılması bu kapsamda ele alınmalıdır.
Faydaları düşünün: Şehir alanlarına bitkilerin dahil edilmesi, hava kalitesini iyileştirme, asfalt ve betona gömülü kentsel ısı adası etkisini azaltma5, yaban hayatı için yaşam alanı sağlama ve şehrin genel estetiğini artırma gibi birçok fayda sağlayabilir.
Mahalle örgütlenmesi: Yeşil alanların planlaması ve bakımı için topluluğun dahil edilmesi, kentsel çevreye sahiplik hissi oluşturmak için teşvik edilmelidir. Okullarda bununla ilgili verilecek eğitimler, belediyelerin teşvikiyle organize edilecek halk günleri ve üniversitenin ilgili bölümlerinin iştiraki bu sürece katkılar sunmalıdır. Böylece bitki üretimi için seracılık popüler iş alanları arasında yer bulacak, istihdam sağlayarak bölge içinde nispeten bir ekonomik kalkınma imkanları yaratabilecektir.
Son söz olarak, doğal felaketler dünya döndükçe bu topraklarda devamlı olarak cereyan edecektir. Her şeye rağmen hayatta kalmak, yaşamda tek amacı bu edinmek, insanın doğasına olan yabancılaşmadır. İnsan, kendisini ve yaşam mekanlarını beraber yaratır. Felaketler bir tarih bilinci oluştururken, estetik mimari yaşam coşkusunu kabartır. Bitkiler şehir mimarisinde betona ve asfalta renk, şekil ve gaye verir. Bundan ayrı bir yaşam tasavvuru ise hep bir eksikliktir.
Kaynakça:[1] Oğur, Y (2023) Antakya için bu kez kim aslanlara atılmalı? Karar, https://www.karar.com/yazarlar/yildiray-ogur/antakya-icin-bu-kez-kim-aslanlara-atilmali-1595868
[2] United Nations (2018). Sustainable Development Goals Knowledge Platform: Sustainable Cities and Communities. Retrieved from https://sustainabledevelopment.un.org/sdg11
[3] Balta, S. (2022) Kentler için bütüncül bir planlama aracı "Yeşil Altyapı", Plant Degisi, https://www.plantdergisi.com/yazi-kentler-icin-butuncul-bir-planlama-araci-yesil-altyapi-471.html
[4] An Y, Yamin W, Ngin TS vd. (2020), Phytoremediation: A Promising Approach for Revegetation of Heavy Metal-Polluted Land, Frontiers in Plant Science, DOI: https://doi.org/10.3389/fpls.2020.00359
[5] Santamouris, M. (2015). Cooling the cities - A review of reflective and green roof mitigation technologies to fight heat island and improve comfort in urban environments. Solar Energy, 115, 357-371.